Dövizdeki dalgalanmanın hızının kesildiği bu günlerde takkemizi önümüze alıp düşünme zamanı gelmiş olsa gerek. Ekonomik olarak nasıl önlemler alınacağı üç aşağı beş yukarı artık malum. Malum da hadi diyelim şimdiye kadar “tikine turamadığımızdan” o işlere gereği kadar el atamamıştık. El atamadığımız alan bir tek bu olsa, bu özür haklı sayılabilir; yurt dışındaki algımızdan tutun yurt içinde çalışma ahlakına sahip, yetkin ve bilgili insan yetiştirmeye kadar birbirine yakından bağlı ve uzantısı ekonomiyi de vuran birçok alan el atılmak için hala sıra bekliyor. Aslına bakarsanız bu işlerin yapılması için maddi imkânlar da artık bolca var. Akademisyeninden öğrencisine, esnafından çiftçisine inovasyon-destek-üretim hattında mesela bir Almanya’da olmayan imkânlar, ilgilisinin emrine devlet tarafından sunulmuş durumda. Bu işleri çekip çevirecek, toplumun yararını önceleyecek, kendi çıkarını düşünmeyecek, gözü gönlü tok bürokratlarımızın olup olmadığı konusunda ise fikirler çatışıyor. Eğer yoklarsa bu bürokratları kim yetiştirecek? Hz. İsa’nın dediği gibi tuz bozulmuşsa ne olacak?

Yapılacaklar bağlamında ekonomiyle ilgili olmamasına rağmen konuların nasıl da iç içe girmiş girift bir durum arz ettiği, artık çok açık bir şekilde kendini hissettiriyor. Bütüncül düşünmenin ne derece önemli olduğunu, büyük resmi görerek iş yapmaya başlanması gerektiğini, Kölner Stadt Anzeiger gazetesinin Alman-Türk Sanayi ve Ticaret Odası İstanbul bürosu müdürü ile yaptığı bir söyleşinin satır aralarında okumak mümkün. Müdür Frank Kaiser, gazetenin sorularına cevap verirken ekonominin sorunları olduğu, hükumetin yıllardır bu sorunlarla mücadele ettiği, suçlu olarak Erdoğan’ın gösterilmesinin isabetli bir tercih olmadığına işaretle, yurt dışında ülkeye güvenilirlik kazandırılması gerektiğini vurgulamış. Önemsiz gibi görülen bu ifade aslında hem Türk hükumeti hem de en azından AB ülkeleri için birçok konuda artık ezber bozma gerektiği anlamına geliyor. Özelde KRV genelde ise Almanya ve AB ülkeleri ile Türkiye’nin çok sıkı ticaret ilişkileri var. Almanya daha çok emtia alış-verişi yaparken İspanya, Fransa veya İtalya gibi ülkeler, AB Merkez Bankasından ucuz faizle aldıkları kredileri kârıyla Türkiye’ye satarak, finans sektöründe domino taşı etkisi yapacak bir borç ilişkisine girmiş durumdalar. Bunun farkına varan AB son günlerde Türkiye’ye şimdiye kadar dillerinden düşürmedikleri diktatör söylemlerini unutmuş gibi resmi açıklamalarla psikolojik destek verdiler. Türk ekonomisinin çökmesi, AB’nin de krize girmesi demek olacağından, Yunanistan’dan sonra zaten ekonomik krizini eli kulağında bekleyen İspanya ve İtalya’nın sallanmaya başlaması, belki de AB ülkelerinin en son isteyeceği şeydir. Bu arada ilginç bir durum da ortaya çıkmadı değil: Normalinde yük olan bu borçluluk, şimdi Türkiye lehine işleyerek AB ülkelerini Türkiye’yi savunur hale getirmiştir. Türkiye bu borçları alırken böyle bir sonucu da hesaplamış mıydı bilinmez.

Söz konusu destek eğilimi, AB’deki Erdoğan aleyhtarı söylemlerde de bir değişme ve yumuşamanın ilk sinyallerini verecektir. Erdoğan’ın Almanya ziyareti ve bu ziyaretin ne kadar gerekli olduğu yolunda açıklamalar da bunun ilk adımları olsa gerek. Allah’ın sopası yok ve siyaset böyle bir şey; Dün karşılıklı atıştığın insanla aynı masada oturur, belki onu zor durumdan kurtarmaya çalışırsın. Bu yönde gelişmeleri yakında hayretle izlemeye devam edeceğiz.

Bu işin Türk hükumetine bakan yönü de var elbette. Kaiser’in üstü kapalı ifade ettiği “yurt dışındaki güven sorunu” meselesi Türk hariciyesinin yıllardır hiçbir şey olmamış ve olmuyor gibi hunharca ihmallerinin sonucudur. Türkiye aleyhine yapılan kara propaganda ve algıyı ters yüz edecek çalışmaların bir türlü başlatılamaması temel sorundur. Aslında imkânlara bakınca “başlatılmaması” demek, yani bunda bir bilinçli tercih olduğunu iddia etmek de mümkün. Bu tercih, her ne kadar seçmenin, bu anlaşılmaz düşmanlığa tepki olarak sandıklara akın etmesi gibi, kısa vadeli yararlar sağlamış olsa da, küresel ekonomik dengelerde yurt dışındaki yatırımcıya verilecek güven çok daha önemlidir. Bu göreceli yarar, yurt içi ve dışındaki görevlendirmelerde gittikçe büyüyen liyakat sorununun çözülmesi, insan yetiştirilmesi, performans merkezli bir idari sistemin oturtulması ve böylece büyük resimdeki boşlukların teker teker doldurulmasıyla elde edilecek yararlar yanında, devede kulak kalacaktır.

Ezberleri ve zihin konforunu bozmanın, geleneğimizde önemli bir yere sahip olan “işin ehline verilmesi, yetenek ve yeterlilik merkezli ihlaslı çalışma ahlakı”, ekonomik ve siyasi sorunlarımızın çözümü olacaktır. Bu yönde ciddi adımların atılmaması, Türkiye’yi akademisinden iş dünyasına her alanda büyük sorunlarla yeniden karşılaştıracaktır. İnşallah Erdoğan’ın “Durmak yok, yola devam” sözü, bürokratlar tarafından lafzi bir okumayla “otoyol” olarak anlaşılmıyordur.